16 Ocak 2015 Cuma

Dayanıklı bir aşk için





O da size bakar. Utanır bakışlarınızın kesişmesinden. Size olan ona da olsun istersiniz. Yanınıza yaklaştığında ya da siz gittiğinizde onun yamacına, tanıştırılırsınız bir şekilde. Elleriniz birbirine değdiğinde, teninin sıcaklığını hissettiğinizde tarifi imkânsız duygular sarar bedeninizi.

Dünya durur, zaman durur, aşk kapıyı çaldığında. Onu görmeden geçmesin istersiniz zaman, dokunmadan duramazsınız birbirinize. Yaşama dair ne varsa önemsizleşir, tek gördüğünüz onun güzel gözleri olur. "Bulduk birbirimizi," dersiniz. Birlikte hayaller kurar, durmadan istemsizce gülümsersiniz. Etrafınızdakiler anlar size bir haller olduğunu; onsuz kaldığınız anlarda eksildiğinizi. Aşk çok fena yapar insanı; şakası yoktur, feleğinizi şaşırtır.
Günler geçer, belki aylar, bazen yıllar boyu sürebilir aşk, zamana yenik düşmeden. Bilim ve istatistik ne derse desin, olabilir böyle sevdalar. Her gördüğünde ilk kez görüyormuş gibi bakar gözler, her buluşma ilk buluşma gibi heyecan verir. Birbirlerinin yaşamını güzelleştirir âşıklar, güç verirler, kolaylaştırırlar her işi. Fedakârlık değildir yaptıkları, içgüdüseldir; sevdiğinin mutlu olmasından mutlu olur her âşık. Biri belki biraz fazla verici olur, diğeri az; biri daha koruyucu kollayıcı olur, diğeri daha eğlenceli. Kendi dengesini bulur her ilişki.

Ama bir gün bir şey olur ve biter aşkın tesiri. Odak dışa kayar; belki batmaya, rahatsız etmeye başlar diğerinin ilgisi. Nefes alamaz olur insan. Uzaklaşmak, tek başına kalmak ister. Değişen bir şey yoktur aslında ama biter bir gün büyü. “Nasıl olsa benim, ne yaparsam yapayım beni bırakmaz” düşüncesine kapıldığı an önemsizleşir diğer taraf. “O olmadan da varım ben, onsuz da güzelim, güçlüyüm,” der insan. Başka bedenler tanımak, diğerleri de beni beğeniyor mu sorusuna yanıt aramak ister.

Güzelliğin bakan gözde saklı olduğunu unutur insan. Sahip olduklarının kıymetini kaybetmeden anlamaz. Önce kendisini aldatır sonra bir zamanlar sevdiğini. Bir yalana sürüklenir ilişki. Aldatılan kendini suçlar, sevgilisinin uzaklaşmasının nedenini kendinde arar ya da farkında olmaz olan bitenin, ahmaklaşır. Aldatan hem dengesizleşir, hem suçlu hisseder kendisini. Başka birisinin sevgisini garantiye almadan bitiremez ilişkiyi.
Aşkın bittiğini düşünüyorsanız, sevgilinizi eskisi kadar değerli bulmuyorsanız ya da onun sizden uzaklaştığını hissediyorsanız ama ilişkinize son bir şans vermek istiyorsanız size tavsiyem şudur.
Önce aldatmayı, ayrılmayı düşünenler için yazıyorum: Ona âşık olduğunuz ilk günü hatırlayın. Aynı insan var kaşınızda. Zamanla birbirinize alıştınız, kanıksadınız ama uzun zamandır bakmadığınız gözlere bir kez daha bakarsanız aynı biçimde parladıklarını göreceksiniz. O da bu ilişkiyi bitirebilecek, başka insanlara yönelebilecek, sizi terk edebilecek potansiyele sahip. Bunu yapmıyorsa acizliğinden değil; sizi hala sevdiğindendir. Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Kendinizi güzel buluyorsanız karşınızdakinin sizi güzel bulmasındandır. Onun da sizi bırakıp gidebileceğini düşünün. Böyle bir şey başınıza geldiğinde nasıl hissedersiniz?
Terk edilme korkusu yaşayan, aldatıldığını hissedenler içinse tavsiyem şudur: Sizi çantada keklik sanmasına izin vermeyin. İlişkinin rehavetiyle kendinize özen göstermeyi bırakmış olabilirsiniz. Âşık olduğunuz ilk zamanları hatırlayın. Giyiminize, kişisel bakımınıza özen gösterin.
Ondan aşk dilenmeyin. 
 Kendinize acımayın. Güçlü olun. Sizin de onu terk edebileceğinizi anlarsa ilişkinize bir şans daha verebilir.
Unutmayın; birazcık kaybetme korkusu her zaman işe yarar.



Uzman Hipnoterapist Sosyolog Gani Eser'den 

9 Aralık 2014 Salı

Active Oxygen Teknolojisini duydunuz mu?



Merhaba,

Bir buzdolabında aradığım en önemli özellik, dolabın içine koyduğun yiyecek ve içeceklerin uzun süre dayanabilmesi ancak bu standart  buz dolaplarda hiçte kolay bir şey değil, çünkü günümüz

nofrost teknolojili buz dolapları yiyecekleri ve içecekleri gerektiği kadar koruyamıyor ve aldığımız ürünler kısa sürede dolapta bozuluyorlar bu yüzden çöpe giden maydanoz, dereotu ve taze soğanlara çok acıyorum hele kazara peyniri yada kahvaltılıkları üstü açık bir şekilde dolaba koyup unutursak vay halimize,aile bütçesine adeta bir darbe oluyor.Peki bu bizim kaderimiz mi? Bir buzdolabından beklentimiz yiyecek ve içeceklerimizi yeterince korumak olmamalı mı? Olmalı, bal gibi olmalı hemde öyle çok paralar ödeyerek değil makul paralar ile satın alabileceğiniz bir buzdolabı olmalı. Active Oxygen Teknolojisini duydunuz mu?  Bu teknoloji, buz dolaplarında yiyecekleri ilk günkü tazeliğiyle 9 güne kadar koruyor Aktif oksijen seviyesinin yüksek olduğu ortamlarda yiyecekler daha uzun süre taze kalıyor. Active Oxygen Teknolojisi’ne sahip yeni Hotpoint buzdolapları, doğal aktif oksijen sağlayarak yiyeceklerin ilk günkü tazeliğini korurken, bakteri oluşumunu yüzde 90’a, kötü kokuları ise yüzde 70’e varan oranda azaltıyor.
Yiyeceklerin tazeliğini daha uzun süre muhafaza eden Active Oxygen Teknolojili Hotpoint buzdolapları sayesinde israfın önüne geçilerek hem tasarruf sağlanıyor hem de yiyecekler  israf edilmeden daha verimli bir şekilde tüketilebiliyor.
Oh be dünya varmış...  

2 Aralık 2014 Salı

Dayanıklı insanlar için “Öğrenilmiş İyimserlik”




Hayat bize hep dayanıklı olmayı öğretmiştir, evde,işte, okulda ,trafikte yada sosyal olduğumuz tüm çevrelerde dayanıklı olmak gerekir, olumsuzluklar ve kötülükler ise dayanıksız olduğumuz esnada başımıza gelir.Peki  güçlü ve dayanıklı olmak için neler yapmalıyız diye düşündüğümde ise internette  Sn.Temel Aksoy’un aşağıdaki yazısını gördüm sizlerle paylaşmak istiyorum
 Çocuklarımıza düşmemeyi değil, düşünce nasıl kalkacaklarını öğretmemiz gerekiyor. Hayat o kadar belirsizliklerle dolu ki insanın hep başarılı olması mümkün değil. Rüzgar bazen o kadar sert eser ki insan bir anda yerde bulur kendini. Maharet, düşünce kalkmasını bilmektir. Üstelik hata yapmak da yenilgiye uğramak da son derece öğreticidir.
Çoğu ağacın dalları fırtınada kırılır ama söğüt eğilir ve tekrar eski haline geri döner. Söğüt gibi olmasını bilmeliyiz: Kararlı ve sakin; eğilen ama kırılmayan.
Güçlü olmakla dayanıklı olmak aynı şeyler değil. İnsanların da kurumların da uzun dönemde ayakta kalmaları ne kadar güçlü değil asıl ne kadar dayanıklı olduklarına bağlıdır. Dayanıklı olmak, vazgeçmemek demektir. Dayanıklılık, olayları anlamlandırma, en sınayıcı koşullardan ders çıkarma; inancını, motivasyonunu yitirmeden devam etme gücünü kendinde bulma yeteneğidir.
Psikologlar dayanıklılığı, “yaşanan güçlükler karşısında gösterilen pozitif bir adaptasyon süreci” olarak tarif ediyorlar.
Dr. Maurice Vanderpolhttp://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif, kendisi gibi soykırım kamplarından kurtulanları gözlemlediğinde, bu insanların en önemli özelliklerinin -daha güçlü, daha kuvvetli olmaları değil- dayanıklılıkları ve mücadele becerileri olduğunu söyler. Dr. Vanderpol’a göre, içine düştüğü kötü bir durumda kişinin kendisiyle bile dalga geçebilmesi ve insanlarla bağ kurma arzusunu hiç kaybetmemesi,  onun mücadele gücünü ve dayanıklılığını artırır. Bu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir.

Harvard Üniversitesi hocalarından Diane L. Coutu,http://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif “Dayanıklılık bir tür reflekstir; dünyayla yüzleşmenin ve onu anlamanın bir yoludur.” der.
Zorluklar karşısında mücadeleyi bırakıp kendini bırakan ve darmadağın olan çok insan vardır. Ancak kimileri de bir zorlukla karşılaşınca daha çok bilenir, daha çok çalışır ve kendilerini geliştirip yeni yollar bulur.
Dayanıklılık, kendimizi kurban gibi görmeyip elimizden geldiği kadar mücadele etmek ve sonuç alana kadar ipin ucunu bırakmamak demektir.
“Pozitif psikoloji” okulu,  dayanıklılık üzerine en çok araştırma yapan sosyal bilim dalı. Onların yaptığı araştırmalar psikolojik dayanıklılığın, genetik olmaktan çok “öğrenilebilir” olduğunu gösteriyor.  Amerikan Psikoloji Birliği (APA)http://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif‘ya göre dayanıklı insanlar:
·         Sosyal destek alabileceği bir ilişki ağı olan,
·         Sorunlara takılıp yılmak yerine geleceğe odaklanan,
·         Değişimin kaçınılmaz olduğunu ve buna uyum göstermenin hayatın ta kendisi olduğunu düşünen,
·         Sorunlardan kaçınmak yerine, onları aşma konusunda kararlı bir tutuma sahip,
·         Kendini anlamak için çaba sarf eden; reddedilme hatta düşmanlık görme gibi olumsuz durumları bile kendini geliştirme fırsatı olarak gören,
·         Kendisiyle barışık, kendine, sezgilerine güvenen,
·         İyimser ama gerçekçi olan,
·         Sadece başarısına değil, fiziksel ve ruhsal sağlığına da önem veren,
·         Spor yaparak, meditasyon yaparak ya da ibadet ederek gündelik hayatın dışında kendine bir anlam bulan  insanlardır.
Doğru davranışlar insanları daha güçlü kılıyor. Nietzschehttp://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif’nin dediği gibi “Bizi öldürmeyen, güçlendiriyor.” Zorluklara maruz kalmak, eğer doğru bir psikolojiyle yaklaşırsak dayanıklılığımızı artırıyor.
“Öğrenilmiş çaresizlik” teorisiyle meşhur olan Martin Seligmanhttp://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif aynı zamanda “öğrenilmiş iyimserlik” kuramının da yaratıcısıdır. Seligman öğrenilmiş çaresizliğin pençesine düşmüş insanların başarısızlığı kalıcı gördüklerini, ne yaparlarsa yapsınlar sonucu değiştiremeyeceklerine inandıklarını ve bu durumun da onların dirençlerini kırdığını söyler.
Bunun tersine “Öğrenilmiş iyimserlik”  ise bir işi başarmanın mutlaka bir yolunun olduğuna inanmak, yaşanan başarısızlığı geçici bir durum olarak görmek ve sorunlara çözüm geliştirmek için hamle üzerine hamle yapmak üzerine kurulu bir zihin durumudur.
Diane L Coutu, dayanıklı insanların üç temel niteliği olduğunu söyler:
1- Gerçekleri kabullenme kararlılığı. Çoğu insan, kötü bir durumla karşı karşıya kaldığında önce inkâra başvurur. Kübler-Rosshttp://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif modeli olarak bilinen “Kabullenmenin beş evresi” modelinin işaret ettiği gibi, insan bir yıkımla karşılaştığında  önce bu durumu “inkar” eder. Sonra “kızgınlık” baş gösterir. Daha sonra gerçeğin tamamını değil bir kısmını kabul etme “pazarlığı” içine girer. Kişi durumuyla yüzleşmeye başladığında “depresyona” girer ve sonunda durumu “kabullenir.” Kabullenmek, yeni bir başlangıç demektir. Sorunları çözmek için önce onları kabullenmek gerekir. Gelişme, güçlenme ve olgunlaşma kabullenmeyle başlar.



2- Hayatın güzelliklerle beraber çirkinlikleri de barındırdığını, iyiliklerle birlikte kötülüklerin de olduğunu, yükselmenin de düşmenin de “doğal” olduğu bilincinde olmamız gerekir.  En önemlisi de,  hayatın her koşulda anlamlı olduğuna ve mücadeleye değer olduğuna inanmamız gerekir.
İnsanın önce yaşadığı zorlukları anlamlandırması, kendisini “kurban” psikolojisine sokmaması gerekir. Böyle davranabilmesi için insanların ilkeleri olması gerekir. Yaşadığımız her sorun karşısında sızlanmak yerine sahip olduğumuz, sevgi, hoşgörü, sorumluluk, dostluk, yardımlaşma, sadakat, mütevazılık, paylaşmak, tarafsızlık, cömertlik, olgunluk, güven, mertlik, merhamet… gibi değerlere sarılmamız gerekir. Hayatı sahip olduğumuz ve her birimiz için farklı olan bu değerler doğrultusunda yaşamamız gerekir.
3-Doğaçlama yeteneği. Bir sorunu eldeki mevcut imkanlarla çözme yeteneğidir. Bir sorunla karşılaştığımızda daha önce sahip olduğumuz imkânlardan yoksun olabiliriz. Dayanıklılığı yüksek insanlar, eldeki imkanları birleştirerek çözüm üretirler. Tasarım dünyasında “brikolaj” (bricolage) olarak bilinen bu yaklaşım,  mevcut “krizi” atlatmaya yetecek “tamirat” yolları bulmak üzerine kuruludur. Bu tarz bir yaklaşım elbette uzun vadede en ideal ve nihai çözümü getirmez ama kriz durumlarında “hayat kurtarır”. Esnek ve dayanıklı olmak için doğaçlama yapmayı bilmek gerekir. Sorunlar karşısında eli kolu bağlı oturmak yerine, yapılabilecek olanın en iyisini yapmak üzere eldeki imkanlarla çözüme doğru yürümek gerekir.
Dayanıklılığın büyüklükle, güçle, kuvvetle ilgisi yoktur. Dayanıklı olmak demek, hayatta kötü günlerin de olduğunu kabul etmek, başımıza kötü şeyler geldiğinde isyan edip kendimizi kurban gibi algılamak yerine mücadele etmektir. Hayatın her koşulda mücadeleye ve yaşamaya değer olduğuna inanmaktır.
Ömrünün önemli bir kısmını Dr. Vanderpol gibi toplama kamplarında geçiren psikiyatrist Viktor Franklhttp://www.previewshots.com/images/v1.3/t.gif, “Hayat, sorunlara çözümler bulmak ve her insanın kesintisiz olarak sorumluluk alması demektir.” der.
Hayatı -koşullar elverişliyken- yaşamak marifet değildir.  Asıl marifet, bütün zorluklarına rağmen hayatın yaşanılır olduğuna inanmak ve bu inancı hiç kaybetmemektir.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Dayanıklı Meyve ve Sebzeler

Dayanıklı olmanın avantaj ve dezavantajlarından bahsederken  Küçük ev aletleri  markalarından biri olan Profilo’ dan söz etmemek olmaz. Bildiğiniz gibi hepimiz yediğimiz ve içtiğimiz şeylere dikkat etmeye gayret ediyoruz. Hani “ne yersek oyuz” diye bir söz vardır, işte bu söz tamda size anlatacağım bir ürün olan Kuru Max için söylenmiş bir söz.
Hafta sonları  alışverişe gittiğimizde, sebze meyve reyonu genellikle  ailemiz için en çok oyalandığımız reyon oluyor. Çünkü , taze meyve ve sebzeleri  seçerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Ailenin “meyveci babası “ben olduğum için, meyveleri genellikle ben seçer  ve sepete eklerim. Bazen haddinden fazla meyve  ve sebze aldığımız olur yada normal miktarda aldığımız meyve sebzeleri hafta arası bitiremeyince meyve ve sebzelerde bozulmalar  başlar. İlk bozulmaya başlayan meyve genellikle muz olur,  kendisi  sarı renkten kahverengine doğru  süratle terfi eder .Şimdi Profilo’nun  Kuru max’ı çıktı da meyve ve sebzelerimiz dayanıklı ( doğal)hale geldiler.

Yiyeceklerin ömrünü uzatmanın yani dayanıklı hale getirmenin ve besin değerinin korunmasının temelinde bazı işleme ve muhafaza yöntemleri yer alır . Günümüz de kimyasalların ve çeşitli takviyelerin kullanılması suretiyle yiyeceklerin raf ömrünü uzatan bazı endüstriyel yöntemler her zaman güvenli ve sağlıklı olmayabilir. O halde besin değerlerini doğru şekilde korurken yiyeceklerin ömrünün nasıl uzatabiliriz. Yiyeceklerin korunmasında sağlıklı verimli ekonomik ve hızlı olan genel geçer bir yöntem var m? Çözümü Profilo kuru max ile sunuyor

Gıda kurutma nedir?
Kurutma işlemi, yiyeceklerdeki suyun ve suyun içerisinde çoğalarak sebze ve meyvelerin bozulmasına neden olan mikro organizmaların büyümesi için gerekli olan oksijenle birlikte uzaklaştırılması işlemidir. Kurutma işlemi, gıdaların işlenmesi ve korunması için etkisini kanıtlamış en eski yöntemlerden biridir .Bununla birlikte kurutma işlemi aynı zamanda besin değerlerini de en iyi şekilde muhafaza eden birkaç yöntemden biridir. Besinlerin kurutularak saklanması işlemine dehidrasyon adı verilir. Buzdolabı olmadığı için eski çağlardan beri gıdaların en sağlıklı ve en uzun süre muhafaza yöntemi kurutma işlemidir. Bu işlem esnasında besinlerde bulunan fazla su ( % 85-90 oranındaki su % 10-20 oranına düşürülür ) uzun süre dayanmalarının sağlanması için belli bir ısı kaynağı sayesinde çekilir. Böylece besinleri bozan ve suda can bulan küçük canlılar bu esna da yok olur.

Profilo Kuru max ile ; Meyve,Sebze, Et, Mantar, Otlar ve Baharatlar kurutulabiliyor.

24 Kasım 2014 Pazartesi

Nelere Dayanıyoruz

Hayatta nelere dayanıyoruz, ne acılara dayanıyoruz bazen hastalıklara, bazen ekonomik sıkıntılara,bazen eşimize dostumuza, bazende çocuklarımızın bize yaptıklarına.Dayanıklılık insan yaşamında olduğu kadar hayatımızın her alanında önemini koruyor.Örneğin, satın aldığımız bir evin dayanıklı olması ne kadar önemli ise eve aldığımız bir eşyanın dayanıklı olmasını da o kadar önemsiyoruz.
Üniversiteyi bitirdikten sonra askere gidip gelmiştim.Sanırım 23-24 yaşlarındaydım eve yeni bir buzdolabı alınması söz konusu olduğunda,annem gurur ile Arçelik buzdolabını göstererek, "Dolabımdan şikayetim yok. Bu dolap, (beni göstererek) seninle yaşıt." derdi. Daha sonra evlenip evden ayrıldıktan çok sonra, babam anneme yeni bir buzdolabı almıştı. Düşünsenize, evimize 30 yıldan fazla dayanan bir eşyaya şimdilerde en fazla 10 yıl dayanabiliyoruz. Çünkü artık bir buzdolabına bu kadar ömür biçiliyor.On yılda bir buzdolabı eskimese dahi yeni çıkan modeller bizi yeni bir eşya almaya zorluyor.




18 Kasım 2014 Salı

Ne Kadar Dayanıklıyız

Çok uzun zamandan beri hep bir blog açmak istemişimdir, bunu bir kaç defa denediğim halde bir türlü sürdüremedim. Bunca yıldır bir dergiyi yönettim halde neden bir blogu yönetmeye dayanamadım ve niçin bu konuda dayanıksızdım bunu bir türlü anlayamadım.Aslında yazı yazmanın hiçte kolay olmadığını bir blog yazarı olarak bir kere daha anladım.Seneler önce "dayanıklılık" terimi hayatıma girdiğinde bunca sene boyunca dayanıklılıkla ilgili bir dergiyi çıkartabileceğimi hiç düşünmemiştim ama dayandım ve 1998 yılında başladığım yolculuğun 17 senesinde hala  Dayanıklı Tüketim Malları Sektöründe Dağıtım Kanalı isimli dergiyi çıkartmaya devam ediyorum. Uzmanı olduğum Dayanıklı Tüketim ürünleri yanında, hayatımızda dayanıklı olabileceğimiz bir çok konu üzerine yazılar yazabilme ümidi ile bir kere daha 
Merhaba...